
Kayıplar Nerede? 30 Yıllık Adalet Arayışı ve Cumartesi Anneleri
Türkiye'nin en uzun soluklu insan hakları eylemlerinden biri olan Cumartesi Anneleri'nin adalet arayışı 30 yılı geride bıraktı. Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini öğrenmek ve sorumluların yargılanmasını sağlamak için mücadele eden Cumartesi Anneleri, her türlü engellemeye rağmen Galatasaray Meydanı'nda bir araya gelmeye devam ediyor. Bu uzun ve zorlu süreçte, kayıp yakınlarının yaşadığı acılar ve adalet talepleri hiç dinmedi.
Kayıpların İzinde Bir Ömür
45 yıldır ağabeyi Hayrettin Eren'in akıbetini soran İkbal Eren, "30 yıl sadece bir sayıdan ibaret değil, inatla, ısrarla verilen hak ve adalet mücadelesi. O gün doğan çocuklar bugün birer yetişkin oldu" diyerek mücadelenin nesilden nesile aktarıldığını vurguluyor. Ağabeyi Hasan Ocak'ın katillerini aramaya başladığında 19 yaşında olan Maside Ocak da, "Ben anne babamdan, yeğenlerim ve oğlum da benden ve kardeşlerimden aldı mücadele mirasını" sözleriyle bu kararlılığı destekliyor. Babası Abdülmecit Baskın'ı kaybettiğinde henüz 5 yaşında olan avukat Eren Baskın ise sokaklarda, meydanlarda, adliye koridorlarında adalet ararken büyüyen o çocuklardan biri. Silahların sustuğu, barışın konuşulduğu bu günler için "Artık yol daha meşakkatli, daha engebeli ama daha umutlu" diyor.
Cumartesi Anneleri ve İnsanları, katledilen, hiç bilmedikleri topraklarda kimsesizler mezarlığına gömülen ya da mezarını bile bulamadıkları evlatları ve yakınları için tüm engellemelere rağmen Galatasaray Meydanı’nda hafızayı diri tutmak için buluşuyorlar. Meydanlar yasaklansa da, gözaltına da alınsalar vazgeçmiyorlar çünkü asıl unuttuklarında kaybetmiş olacaklarını düşünüyorlar.
Maside Ocak, yıllardır dile getirdikleri temel taleplerin hâlâ karşılanmadığını hatırlatarak, "Uğruna ömrümüzü adadığımız mezarsızlık ve cezasızlık son bulsun. Gözaltında kaybetme suçunun, Türk Ceza Kanunu’nda insanlığa karşı işlenmiş suç olarak tanınması gerekiyor. Bu suçun tüm failleri etkin bir biçimde yargılanmalı, cezasızlık uygulamaları sona ermeli" çağrısı yapıyor.
Yüzleşme Zamanı Geldi Mi?
Eren Baskın da yaşanan acıların sadece bireysel değil, toplumsal bir yüzleşme gerektirdiğini vurgulayarak, adaletin yerini bulmasını istiyor: "Baharın gelişi ve içinde bulunduğumuz 'onurlu bir barış' havası kayıplarımızın akıbetine dair daha büyük umutlar beslememize sebep oldu. Maalesef devlet mekanizması her zaman olduğu gibi kendi yarattığı katilini korudu. Katilleri beraat kararları ile de ödüllendirdi. Ama artık yüzleşme zamanı. Eğer onurlu bir barıştan bahsedeceksek geçmişte yaşanmış organize acılara dair de bir sözümüz olmalı. Faili meçhul cinayetlerin müsebbipleri gerçek ve adil bir yargı ile yargılanmalı ve gerekli cezaları almalıdır."
Her cumartesi açıklamalarını “Kayıplarımızın akıbetini sormaktan asla vazgeçmeyeceğiz” sözüyle bitirdiklerini hatırlatan Baskın, “Bu cümlenin ne denli doğru olduğunu ve sabırla dokunan cümlelerimizin bu onurlu barış çerçevesinde organize acılarla ‘yüzleşme’ ile son bulacağını herkesin bilmesini isterim” diyor.
Acılar Dinmiyor, Mücadele Sürüyor
İkbal Eren ise taleplerine ilişkin şunları söylüyor: "Acıların azalması çok mümkün değil. En azından kendim için bunu söyleyebilirim. Hayatımın 45 yılı abimin akıbetini öğrenmek ve faillerinin yargılanması için adalet talebiyle geçti. Neredeyse her gün bu acıyla yaşayan bir insanın acısının azalması pek mümkün gibi görünmüyor. Ancak faillerin yargılanmasını, toplum önünde hesap vermelerini sağlamak ve elbette ki sevdiklerimizin akıbetini öğrenmek, gözaltında zorla kaybetmelere karşı yasal düzenlemelerin yapılmasını sağlamak bizi rahatlatır, verdiğimiz mücadele kısmen karşılık bulur."
Cumartesi Anneleri’nin mücadelesi, sadece kendi kayıplarının akıbetini öğrenme çabası değil; aynı zamanda Türkiye’nin hafızasını diri tutma, işlenmiş devlet suçlarının üzerini örtmeme kararlılığının bir parçası. İkbal Eren, "Cumartesi Anneleri gözaltında zorla kaybetmeleri bu ülkenin gündemine taşıdıktan sonra gözaltında kaybetmelerin önü kesildi. Bu da ülkenin kazanımı değil mi? Keşke herkes bunun farkında olsa da bu mücadele daha çok sahiplenilse" sözleriyle bu gerçeği özetliyor.
Galatasaray Meydanı'nın Anlamı
"Başka gideceğimiz bir yer olmadığından Galatasaray Meydanı kayıplarımızla buluşma mekanımız oldu" diyen İkbal Eren "Mücadelenin ilk yıllarında oldukça ağır baskılar gördük, basın açıklamalarımız devletin kolluk güçleri tarafından engellenmeye çalışıldı. Çünkü devlet insanları kaybederek suç işlemişti ve bu suçun ifşa edilmesini, konuşulmasını istemiyordu. Hiç vazgeçmedik. Israrımız haklılığımızdan kaynaklanıyor" diyor.
İktidarı Birleşmiş Milletler’in “Zorla Kaybedilmeye Karşı Sözleşmesi”ni derhal imzalamaya çağıran Maside Ocak, Galatasaray Meydanı’nın yıllardır abluka altında olmasını şöyle eleştiriyor: “30 yılımıza sayı sınırlamasıyla bizi meydanımızdan ayıran çelik bariyerlerin önünde giriyoruz. 700. haftamızda sadece bize değil, tüm İstanbullulara kapatıldı Galatasaray Meydanı. Tüm dünyada gözaltında kayıplarla ve yürütülen mücadeleyle hafızalara kazındı Galatasaray. Süreçler değişse de devlet pratiği bizim için hiç değişmiyor, 30 yıldır taleplerimizle ilgili somut bir adım atılmadı. Gözaltında kaybedilen yakınını aramanın gözaltında kaybedilmeyle sonuçlanabildiği, yine hak savunuculuğu faaliyetinin kaybedilmeyle, yargısız infazla sonuçlandığı bir dönemde Galatasaray Meydanı’na çıktık. Bizim Galatasaray’da ve her yerde zorla kaybetmelere karşı büyüttüğümüz ısrar, sadece devletin eliyle işlenen bu suçu görünür kılmadı. Aynı zamanda insanların kaybedilmesi önüne bir set çekti. En sevdiklerinin nerede olduğunu ararken insanın gözü ne karşılaştığı zorlukları, ne de maruz kaldığı baskıyı görüyor. Eğer bir kazanımdan bahsedeceksek, Cumartesi Anneleri ve İnsanları sayesinde insanlar gözaltında kaybedilmediler."
Cumartesi Anneleri'nin 30 yıllık adalet arayışı, Türkiye'nin yakın tarihine ışık tutan önemli bir mücadele örneği. Kayıpların akıbetinin aydınlatılması ve sorumluların yargılanması, sadece kayıp yakınları için değil, tüm toplum için bir adalet ve yüzleşme çağrısıdır. Bu mücadelenin başarıya ulaşması, Türkiye'nin insan hakları ve demokrasi konusunda önemli bir adım atması anlamına gelecektir.